Karanlık günler ve düşündürücü cinayetler

Hollanda’da ve muhtemelen diğer Avrupa ülkelerinde aralık ayının son günleri ‘Karanlık günler’ olarak anılır. Hatta, Noel’den önce karanlık günler daha çok telaffuz edilir. Bu günlerde, güneşin az görünmesi, doğmuş olsada bir kaç saat sonra kaybolması, söz konusu karanlık günlere işaret eder.

Örneğin Hıristiyanlar, karanlık günleri aydınlatmak için, Noel kutlamaları geleneği geliştirmişler. Şehir meydanlarına yerleştirilen çam ağaçları başta olmak üzere, sokaklar ve bahçeler ışıklandırılmış halde. Evlerde ise mumlar yakılarak karanlık günler aydınlatılıyor. Öyleki, ‘Karanlık günler için Noel’ deyimi bile Hollandacaya yerleşmiş.

İşte Hollanda karanlık günlerde Noel’e hazırlanırken, aynı hafta içinde üst üste sonucu ölümle biten olaylar yaşandı. Yalnız Rotterdam’da üç genç öldürüldü. Bunlar, Bianca van Es (29), Saray Papenheim (21) ve Hümeyra Ergincanlı (16).
Daha sonra da Arnhem’de bir oğul cinayeti.

Her üç gencin aynı şehirde aynı hafta içinde öldürülmeleri elbette çok acı. Hepsi genç. Ateş ve acı anneleri, babaları, kardeşleri ve akrabalarını yakıp geçti.

Ancak, Hümeyra cinayetinin oluş şekli, cenaze namazındaki manzara Hollandalı Türkleri derinden etkiledi. Hümeyra 16 yaşındaydı. Okul ardakaşlarının gözü önünde kurşunlandı. Hümeyra sekiz kurşunun hedefi oldu ve orada can verdi.

Hollandalı Türkler, akla hayale gelmeyecek şekilde öldürülen Hümeyra katliamını hazmetmeden ikinci kahredici bir başka olaya şahit oldular.
Bu defa, Arnhem kentinde bir Türk babanın çıldırması sözkonusuydu. Cinnet getiren baba 12 yaşındaki oğlunu bıçakla öldürdü. Diğer oğlu da kaçarak kurtuldu.

Olayların nasıl olduğu, neden olduğu üzerinde durmayacağım. Yeterince yazıldı. Burada, yani her iki olayda dikkatimi çeken ortak bir özellik var. O da şu: Olayların merkezinde ‘aile’nin bulunması. Psikolojileri ve davranışları bozulan bireylerin söz konusu olması. Olayların izah edilir hali bir hayli zor. Her iki olay da, ümit edilirki, fevri hareketlerdir. Yani anlık, bir defalık hareketlerdir. Düşünülmeden yapılan olaylardır. Yapısal değildir.

Ancak, yıllardır alanda etkin olan, ailelerle birlikte çalışan ve tecrübeli bir dostun şu uyarısı beni derinden düşündürüyor. Brüksel’den Tekin Deniz şöyle diyor: “Hollanda’da bir baba, 12 yaşındaki oğlunu bıçaklayarak öldürmüş. Diğer oğlu ise kaçarak kurtulmuş. Bir babanın çocuğunu öldürecek hale gelmesini iyi tahlil etmek gerekiyor. Sadece Hollanda değil diğer Avrupa ülkelerinde de durum giderek ciddi bir hal alıyor. İnsanların psikolojileri iyice bozuldu. Cinnet geçirip intihar edenler, başkalarını öldürenler, etrafına zarar vermeye çalışanlar çoğaldı. Ve gün geçtikçe de bu tür hadiseler artarak devam ediyor. Toplumun bu derdine çare olacak kurumların yetersizliği işin diğer üzücü yanı”.

Burada iki ana konu dikkat çekiyor. İlki, aile yapısındaki değişme. Aile içi ilişkilerin bireylere etkisi. Ki, bu noktada bir atasözümüzü hatırlamamız gerekiyor. O da şu: ‘Erkek bozulursa aile bozulur, kadın bozulursa toplum bozulur’. Olaylar ve atasözü, Avrupa’daki Türk aile yapısı başta olmak üzere, değişim ve gelişimi üzerine araştırmalar yapılmasını salık veriyor.

İkincisi de, Avrupa Türk toplumunun sosyoloji ve psikolojisi baz alınarak, yeni faaliyet alanlarının açılmasıdır. Bu aynı zamanda, gümümüz toplum sorunlarına yönelen kurumların da oluşması anlamına gelir. Yani yeniden yapılanma kaçınılmazdır. Mevcut kurumlarımızın günümüz sorunlarını yapısal anlamda gidermesini beklemek hayalcilik olur.

Evet, aralık ayının son günleri ya da karanlık günler için, Noel günlerinde meydana gelen olaylar üzücü ve düşündürücüdür. Ancak, aynı zamanda ders alınması gereken gelişmelerdir. Olaylar bizi, bir defa daha Avrupa Türkleri meseleleri üzerine yeniden ve derinden düşünmeye davet etmektedir.

Veyis Güngör
24 Aralık 2018

Scroll naar boven
Scroll naar top