Avrupa’da ırkçılık ve birlikte yaşama ahlakı

İçinde yaşadığımız Avrupa ülkeleri, 21. yüzyılın ilk çeyrek asrında iki önemli imtihanla karşı karşıyalar. Birbiriyle de yakın ilişkisi olan bu iki imtihan alanı hiç şüphesiz “mülteciler ve ırkçılık”tır. Mülteciler ve göç aynı zamanda küresel bir sorundur da. Ancak, ırkçılık son yıllarda çok farklı alanlarda Avrupa’da somut bir şekilde kendini göstermektedir. Irkçılık elbette yeni bir sorun değildir. Ancak yeni boyutlar kazanmıştır.
Bu boyutlar nelerdir?
Irkçılığın Avrupa’da gözlenebilir, ölçülebilir şekilde büyüdüğü alanlardan birisi siyasettir. Avrupa’nın bir çok ülkesinde, Almanya-Hollanda-Avusturya-İtalya ve diğer ülkelerde ırkçı partilerin seçimlerde ne kadar oy aldıkları ortadadır. Bunun yanısara bazı ülkelerde geleneksel partilerin, özellikle Hıristiyan Demokrat ve Liberallerin, ırkçı söylemlere yakınlaşmaları da ayrı bir gelişmedir. Dolayısiyle aşırı sağ, ırkçı partilerin yanısıra, ana akımların da ırkçı söylemlere kayması, ırkçılığın siyasette ne kadar kendisini gösterdiğine somut bir örnektir.
28 Avrupa Birlliği üyesi ülkede, özellikle eski Doğu Avrupa ülkelerinde, aşırı sağ partilerin ırkçı söylem ve tutumları da ayrı bir gelişmedir. Geçen yıl, Varşova’da, Polanya’nın 99’uncu yıldönümü kutlamalarında, Avrupa aşırı sağcıları ve ırkçıları bir yürüyüş yaptılar. Yürüyüşte açılan pankartlar insanın kanını dondurmaktaydı. Pankartlardaki bazı sloganlar “Arı kan”, “Müslüman holokostu için dua edin” ve “Beyaz Avrupa” şeklindeydi.
Avrupa’da ırkçılık, zaten yıllardır iş pazarında, eğitimde, polis teşkilatında, toplumsal katılımda ve diğer alanlarda vardı. Örneğin, Başörtülü bir kızın veya Arap isimli bir gencin staj yerleri bulamadığı çok sık rastlanan bir olay. İnsanlar dini inanışlarından dolayı iş bulma imkanları sınırlanıyorsa, devletin bu meseleyi ele alması gerekir. Bu bir ‘Avrupa İslamı’ değildir. Yasaların uygulanması meselesidir. (*)
Irkçı liderler ve Rus troller kol kola…
Diğer taraftan, Avrupa’da ırkçılığın son yıllarda İslamafobi olarak yansıması da ayrı bir gelişmedir. İslamafobi’nin, ırkçı partiler ve liderler tarafından, örneğin Hollanda’da Wilders tarafından propagandasının yapılması, Müslümanların her olayda günah keçisi olarak gösterilmesi, son yıllarda dozunu arttırarak devam etmektedir. Buna ek olarak Avrupa’da Rus internet trollerinin de İslam karşıtlığını körüklemeleri bir gelişmedir. NRC gazetesinin araştırmasına göre, Rus troller sadece seçim dönemlerinde görev yapmıyorlar. Öyleki Rus troller, “Avrupa’nın bir yerinde meydana gelen olay sonrası devreye girip, İslam karşıtı yayınlar yaparak, Avrupa kamuoyunu Müslümanlar’dan nefret etmeye yönlendiriyorlar. Bu çerçevede, internet trollerinin Sint-Petersburg’dan Hollandaca gönderdikleri dokuzyüzü aşkın twitter mesaj tespit edilmiş. Yapılan propaganda ile Hollanda ve Belçika’da İslam karşıtlığı uyandırılmış.”(**)
Almanya’da NSU davası ya da asrın davası olarak bilinen ve 2000-2007 yılları arasında çoğunluğu Türk olmak üzere on kişiyi öldürmek, bombalı saldırılarda bulunmak, onbeş banka soygunu gerçekleştirmek suçundan yargılananlarla ilgili kararın açıklanması da insanları sukutu hayala uğratmıştır.
Irkçılık göçmen orta sınıfı da hedef seçmiştir…
Irkçılık, geçen ay meydana gelen Mesut Özil olayı ile farklı bir boyutta kendini göstermiştir. Mesut Özil olayı, içinde bulundukları Avrupa ülkelerinde başarılı olmuş göçmen kökenli yazar, sanatçı, siyasetçi, girişimcileri de hedef haline getirmiştir. Mesut Özil olayının hemen ardından, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas yaptığı bir açıklamada, “İngiltere’de yaşayan ve çalışan bir multimilyonerin Almanya’ya entegre olma yeteneği hakkında bilgi verebileceği inancında değilim” ifadelerini kullandı.
Irkçılığın çok tehlikeli boyutlara ulaştığını gösteren bir başka gelişme de, Almanya’da aşırı sağcıların “düşman listeleri” hazırlamasıdır. Anadolu Ajansının haberine göre, Almanya’da 2011’den sonra aşırı sağcı oluşumlara yönelik polis aramalarında 25 binden fazla kişinin bilgilerinin yer aldığı, “düşman listeleri”nin ele geçirildiği bildirildi. Bu konuda Sol Parti bir soru önergesi vermiştir. Önergeye Alman hükümeti cevap vermiş ve, aşırı sağcı oluşumların 25 binden fazla kişinin isimlerinin yer aldığı “düşman listeleri” hazırlandığını bildirmiş.
Bütün bu ve benzeri örnekler, Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı ırkçılık imtihanını neredeyse kaybetme noktasına geldiğini göstermektedir.
Hiç şüphesiz Avrupa’da ırkçılık ve popülizmin gelişmesi, yükselmesi hatta kurumlaşmaya doğru ivme kazanmasının sebepleri üzerine çeşitli açıklamalar yapılabilir. Ki, bu konuda endişelerini dile getiren Avrupalı sağ duyu sahibi düşünürler ve karar vericileri de mevcuttur. Düşüncelerini ‘Avrupa’da demokrasi sona evriliyor, popülizm hakimiyetini her geçen gün arttırıyor’ şeklinde açıklayanların sayısı az değildir. Zira bu sorun, Avrupa’nın geleceği ve insanlığın geleceği ile yakından ilgilidir. Avrupa karar vericilerinin, olayı en geniş bir şekilde kavramaları, her zaman övündükleri Avrupa norm ve değerlerini savunmaları, hasseten korumaları gerekmektedir. Ki, bu değerler için yüzyıllarca mücadele verilmiş, savaşlar yapılmıştır.
Ancak, Avrupa’da yarım yüzyıldan fazla yaşayan, bu ülkelerde doğan, büyüyen, okuyan ve düşünen biz göçmenlerin de mutllaka bir şeyler yapmaları gerekmektedir.
Yer yer ifade ettiğimiz üzere, hem Avrupalı Türkler’in geleceği ile ilgili kaygusu, derdi ve düşüncesi olanların, hem de içinde yaşadığı ülke ve dünya ile ilgili söyleyecek sözü olanların, bu alanda da mutlaka bir şeyler yapmaları gerekmektedir.
Birlikte Yaşama Ahlakı…
Bizim, Türk İslam Medeniyetine mensubiyet duyanların, elbette yapacakları çok açık bir şekilde bellidir. Kültür ve medeniyet tarihimizde çok uzun dönemler farklı kültür, din, dil ve etnik özelliklere sahip olanlarla birlikte yaşamışız. Tarih içerisinde farklılıkları bir çatışma değil, tam aksine bir zenginlik olarak görmüşüz. Farklılıkları tehdit olarak görmeden onlarla birllikte bir ‘Birlikte Yaşama Ahlakı’ geliştirmişiz. İnsan hayatının dokunulmazlığı, prensip olarak insanın masum ve saygın olduğunu kabul etmişiz. Tarihin seyri içinde; insanlığa barış, huzur, merhamet, esenlik, şefkat, fazilet ve adaletin, ancak va ancak ‘Birlikte Yaşama Ahlakı’nın inşası ile mümkün olduğunu göstermişiz. Böyle bir kültür ve yaşam mirasına sahibiz. Bunun farkına varıp, bu yönde düşünüp ve hareket etmek durumundayız.
Avrupa’nın da, dünyanın da muhtaç olduğu formül, yani yol haritası, hiç şüphesiz “Birlikte Yaşama Ahlakı”dır. Bu formülü ortaya çıkarmak, güncelleştirmek, gündeme getirmek ise elbette bizim görevimizdir. Somutlaştırmaya çalışırsak; Avrupa’yı görmemiş bir Kadri dervişi, Van’lı Bayram abinin şu tavsiyesine bakınız: “Gardaş önce insan olmak lazım, sonra İslam olmak lazım. Önce insan olursanız, İslamlığınız çok ince, çok kibar, çok nazik olur! Önce İslam olup, sonra insan olmaya kalkarsanız, İslamlığınız çok kaba olur, kırıcı olur, incitir!”.

Veyis Güngör
Ağustos 2018
(*)http://www.eurovizyon.co.uk/avrupa-islami-tezi-gereksiz-mi-makale,8346.html
(**) http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2375/rus-trollerin-avrupada-islam-karsiti-propagandalari.html

REFERANS DERGISI; AGUSTOS 2018; ALMANYA

Scroll naar boven
Scroll naar top