Türkiye-Avrupa İlişkileri ve Avrupalı Türklerde özgüven meselesi

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, neredeyse Avrupa Türkleri’nin göçmenlik tarihiyle başbaşa yürüyor. 1959 yılında, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET ) ile başlayan yakın iş birliği, 1963 yılında ‘Ankara Anlaşması’ olarak şekillendi. Gümrük Birliğini amaçlayan bu anlaşma ile Türkiye’nin AB serüveni devam etti.
1987 yılında, Türkiye AB’ye tam üyelik için başvuruda bulundu. İlişkiler yavaş yavaş ilerledi, 2004 yılında, tüm dünya gazetecilerinin pür dikkat takip ettiği 17 Aralık kararı çıktı. Bu kararla, Avrupa Konseyi Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlattı. 3 Ekim 2005 tarihinde de Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri başladı.

2005’ten sonra Türkiye-AB ilişkileri inişli çıkışlı, zaman zaman durağan, zaman zaman tartışmalı bir minvalde devam etti. AB – Türkiye ilerleme raporları yayınlandı. Türkiye- Avrupa Birliği iletişim stratejisi açıkladı. Türkiye-AB zirveleri gerçekleşti. Türkiye -AB ortaklık komitesi toplantıları yapıldı. Türkiye Raporu ve Genişleme Stratejesi Belgesi yayınlandı.

Geride kalan son on yıl içindeki Türkiye-AB ilişkilerinden okunan genel görüntü özetle şöyle: Türkiye ısrarla AB’ye ‘tam üyelik’ talebini dillendirdi. Buna karşılık, özellikle Almanya ve Fransa ‘imtiyazlı ortaklık’ görüşünü savundular.

Türkiye-AB ilişkileri ağır aksak devam ederken, üye ülkeler ile, özellikle Türkiye-Almanya ilişkilerinde önemli bir kırılma yaşandı. Kırılma, başta Almanya olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerine de yansıdı. Türkiye’de yapılan seçimler kapsamında Avrupa’da yapılacak kampanyalara izin verilmemesi, kırılmaların somut göstergesi oldu.
Diğer taraftan, FETÖ ve yandaşlarının 15 Temmuz kanlı darbe kalkışması karşısında, Avrupa ülkelerinin tutumları da, sözkonusu kırılmanın bir başka boyutunu oluşturdu.

Türkiye-AB ilişkileri, son yıllarda diplomatik krizler ile sarsıldı. Yer yer ifade ettiğimiz üzere, bu olumsuz ilişkilerden etkilenenler arasında, hiç şüphesiz Avrupalı Türkler de yer aldı. Etkilenme o kadar derin oldu ki, bazı Avrupa karar vericileri, Avrupalı Türkler’in Türkiye ile yaşadıkları ülkeler arasında bir seçim yapmaları gerektiğini bile dillendirdiler. Bu süreç, hiç şüphesiz, Avrupalı Türkler için önemli bir aidiyet sınavıydı.

Türkiye-AB üye ülkeleri arasında yaşanan bu gergin süreç, 15 Temmuz kanlı darbesinin de etkisiyle, Avrupalı Türklerde bir özgüven sorunu ortaya çıkardı. Özellikle, Avrupalı siyasetçilerin açıklamaları, Avrupa medyasının yayınları, Avrupalı Türkler’in hareket alanlarına darbe vurdu. Avrupalı Türkler, önce kendi aralarında bir güven sarsıntısı geçirdiler. Sonra, içinde yaşadıkları ülkenin karar vericilerine olan güvenlerinden şüphe duymaya başladılar. Zira toplum bir ara, ‘Erdoğancılar ve diğerleri’ diye neredeyse iki bloka ayrılmıştı. Sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinde bir durağanlık yaşandı. Avrupa Türkleri’nin üstüne adeta bir ölü toprağı serpilmişti. Hiç kimsede, bir şeyler yapacak ne istek, ne motivasyon ne de enerji kalmıştı.

Şimdi, Türkiye-AB üye ülkeleri arasında yeni bir başka dönemin başladığına şahit olmaktayız. Türkiye-Hollanda diplomatik ilişkilerinin nomalleşmesi buna somut bir örnek. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Almanya ziyareti ve cami açılışına katılması bir başka örnek.

Peki, karşılıklı görüşmelerin, Türkiye-AB ülkeleri ilişkilerinin normalleşmesinin, Avrupa Türkleri üzerinde etkisi ne olacak? Bu normalleşme, Avrupalı Türkler’in psikolojisine, davranışlarına, içinde bulundukları ülke kurumları ve bireyleriyle ilişkilerine nasıl yansıyacak?

Normalleşmenin haleti ruhiyemize yansıması ve etkisi biraz da bizim elimizde. Bizim olaylara, gelişmelere nasıl baktığımıza bağlı. Türkiye-AB ilişkilerini nasıl okuduğumuzla orantılı. O zaman, gelişmeler karşısında nerede ve nasıl durduğumuzu ve durmamız gerektiğini belirlememiz gerekmektedir. Bu, aslında bir kimlik meselesi olduğu kadar, bir duruş, bir gelecek vizyonu meselesidir de.

REFERANS’ın 44’üncü sayısında (Temmuz Ağustos 2018), bu sorulara kısmen değinmiştik. ‘Avrupalı Türk Kimden Yana?’ sorusuna bir çok arkadaşımız ile farklı başlıklarla cevap vermeye çalışmıştık. Konu, Türkiye-AB ilişkilerinin normalleşme sinyali vermesiyle tekrar gündeme geldi. Bu doğrultuda, REFERANS’ın bu sayısında da düşünmeye devam edeceğiz.

Öncelikle bir meselenin bilinmesi ve kabul edilmesi gerekiyor. Bu mesele de, her ne pahasına olursa olsun, Türkiye-AB ilişkilerinin devam edecek olmasıdır. Türkiye, AB ile sıfır ilişki içinde olamaz. Tam tersi de böyledir. Zira Türkiye-AB ilişkileri sıradan ve tek boyutlu ilişkiler değildir. Söz konusu ilişkilerin başında ,hiç şüphesiz ekonomik ilişkiler gelmektedir. Avrupa ülkelerinin bir çok, çok uluslu şirketleri, Türkiye’de yatırım sahibidirler. Türk şirketlerinin de Avrupa ülkeleri ile ilişkileri, özellikle Avrupa bankalarıyla olan ilişkileri, Türkiye-AB ilişkilerinin devam etmesini şart koşar.

Türkiye- AB ilişkilerinin, NATO ve güvenlik boyutu da bize, sözkonusu ilişkilerin devam etmesini gösteriyor.

Türkiye-AB ilişkilerinin, belki de en az konuşulan ve dile getirilen tarafı ise, Avrupa’daki Türklerdir. Avrupa ülkelerinin bir çoğunda yaşayan Avrupalı Türklerin varlığı, bunların Türkiye ile olan geniş ilişki ve iletişimleri de, Türkiye-AB ilişkilerinin devam etmesini şart koşar. Hem de çok daha sağlıklı ilişkiler olması arzusu ile. Zira, Avrupalı Türkler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifadesiyle, “Türkiye’nin küresel varlığının bir uzantısıdır”. Aslında, Avrupalı karar vericiler de, tıpkı Erdoğan gibi, Avrupalı Türkleri, “Avrupa’nın dünyaya açılabilecek penceresi” olarak görmelidirler. Böyle bakınca, Avrupalı Türkler, hem Türkiye için hem de Avrupa için bir zenginliktir.

Bu ve sayabileceğimiz diğer sebeplerden dolayı, Türkiye-AB ilişkileri devam edecektir. Bu tespitten sonra, Avrupalı Türkler, Türkiye-AB ilişkilerinin kendileri için nasıl olumlu olacağını düşünmeliler. Hasseten, Cumhurbaşkanımızın Almanya’ya yaptığı ziyaretle birlikte, son bir kaç yıldır oluşan, özgüven sorununu bertaraf etmenin yolları aranmalı. Bu ziyaret ve ilişkiler doğrultusundaki normalleşmenin Avrupalı Türkler’in haleti ruhiyesine olumlu yansıması ve yeniden bir silkinmeye gidilmesi sağlanmalı.

Avrupalı Türkler, yeni bir kimlik geliştirmeliler. Bu kimlik, Avrupalı Türkleri, içinde bulundukları ülkelerde daha rahat ve özgüveni sağlam halde hareket etmelerine imkan vermeli. Bu kimlik, Avrupalı Türklere Türkiye-AB ilişkilerinin sorunlu veya mutlu dönemlerinde zeval getirmemelidir. Yeni geliştirilecek kimlik, bir arada yaşama ahlakı, çoğulculuk, dini ve kültürel değerlerin, özgürlüklerin savunulacağı bir anlayış sergilemelidir.

Kimlik meselesi, elbette bir gelecek vizyon meselesidir. Avrupalı Türkler’in geleceği, varoluşu, varlığını devam ettirmesi yönünde düşünenlerin, derdi olanların meselesidir. Fikir çilesi çekmeyenlerin bu meseleyi kavramısı elbette beklenemez.
Çok kültürlü toplumlarda, başarılı olmanın sırlarını bulmalıyız.
Gönüllere girmek için nasıl bir dil geliştireceğiz?
Aynı dine mensup kardeşlerimizi ötelemeden, nasıl kucaklayacağız?
Hangi kültür ve medeniyet pınarlarından besleneceğiz?
İlişkilerimizde adaleti nasıl sağlayacağız?
“Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü” desturunu nasıl içselleştireceğiz?
Her türlü ayırımcılıkla nasıl mücadele edeceğiz?
Olaylara, nasıl alemşümul bakacağız?
Günümüz sorunlarına, meselelerine cevap verecek yeni kurumları nasıl oluşturacağız?
En yakınımızdakiler, komşularımız, iş arkadaşlarımız ve birlikte çalıştığımız insanlarla nasıl güven merkezli ilişkiler kuracağız?
İçinde yaşadığımız ülke ve insanlarına nasıl yatırım yapıyoruz?
Bu ve benzeri soruların cevapları, Avrupa’da yeni oluşturacağımız kimlik ve vizyonu oluşturacaktır. Yeni kimlik, hem özgüvenimizi arttıracak hem Türkiye-AB ilişkilerinde olası yaşanacak krizlerde azami şekilde etkilenmemizi sağlayacaktır. Kendimizi tanımlayacağız. Nerede durduğumuzu bileceğiz. Kimliğimizden utanmayacağız. Aşağılık kompleksine kapılmayacağız. Çünkü özgüven sahibi olacağız. Aksi takdirde, en ufak çalkantılarda, ayakta durmakta zorluk çekeceğiz.
Veyis Güngör
12 Ekim 2018

Scroll naar boven
Scroll naar top