Dünya dili ve Anadolu irfanı

Geçen hafta, Hollanda Başbakanı Rutte’ye hitaben, buradan ‘Sayın Başbakan lütfen rahatsız olmayın’ başlığı ile bir çağrıda bulunmuştuk. Yani, Türkiye’nin YTB ((Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) ile Hollanda, Belçika, Almanya ve Avusturya’da yürüteceği Hafta Sonu Türkçe Okulları Projesi’nin abartılmamasını salık vermiştik. Ve Başbakan Rutte’nin gereksiz yere, sözkonusu projeden rahatsız olduğuna dikkat çekerek, buna gerek olmadığını ifade etmiştik.
Yazının sonunu da, Başbakan Rutte ve benzerlerinin rahatsız olmaması için dünya dilini konuşmamız gerektiğine dikkat çekmiştik. Bu çerçevede sosyolog Prof. Talip Küçükcan’nın şu cümlelerine atıfta bulunmuştuk: “Dünya ile daha etkin konuşabilmeliyiz. Bunun için dünyanın dilini öğrenmek, düşünce kodlarını çözmek, zihin dünyalarına girmek gerekir. Dışımızdaki dünyayı antropoloji, sosyoloji, etnoloji, dilbilimi, siyaset bilimi ve tarihi açısından çalışarak başarabiliriz bunu.”
Yazıyı araştırmacı, yazar ve ilahiyatcı Hollandalı dostumuz Abdulwahid van Bommel beyefendi de okumuş. Ve kısaca şu cümleleri göndermiş:
“Selamlarımı sunarım Veyis efendi,
‘Sayın Başbakan, lütfen rahatsız olmayın’ yazınızın sonunda, benim size zaman zaman ifade ettiğim, ‘Hollandalılar’a ve Avrupalılar’a yatırım yapmalıyız’ görüşü daha da önem kazanıyor. Küçükcan’ın ifade ettiği dünya dilini konuşmak şart…”
Daha sonra, Abdulwahid van Bommel’a hem teşekkür ettim, hem de kısaca dünya dili nedir sorusuna cevap istedim.
Gelen cevap şu şekildeydi:
“Bence dünya dilinin esrarı, karşılıklı evrikliğe dayanıyor.
Ve bunun şartları var.
Bunlar:Karşındaki insanı kendinden aşağıda görmemek.
Ön yargılarını kademeli azaltmak ve birbirilerinin esaslarını anlamak.
Kendi idealini başkasının realitesiyle kıyas etmemek.
Dürüstlükten vazgeçmemek ve özeleştiriye hazır olmak.
Kendinin, nasıl anlaşılmasını istiyorsan, başkalarına da bu şansı tanımak ve anlamak,
Yani açık kalpli görüşmek, konuşmak.
Birbirine itimat etmek, güvenmek.
İşte dünya dili bu…”
Abdulwahid van Bommel beyefendinin ifade ettiği dünya dili, her ne kadar tasavvufi olsa da, bize hiç yabancı değil elbette.
Bu dil, Yunus’un, Mevlana’nın, Sarı Saltuk’un, Hoca Ahmed Yesevi’nin, Hacı Bektaşi Veli’nin dili.
Bu dil, bizim kültür ve medeniyetimizin hem milletimize hem insanlığa sunduğu bir dildir.

Elbette bu dili öğrenmeliyiz. Konuşmalıyız. Daha doğrusu, güncelleştirmeliyiz.

Ancak, öncelikle, günümüzde söz sahibi olanların dilini, düşüncesini, yani kültür dünyasını iyi tanımamız gerekmektedir. Nasıl düşündüklerini, dünyaya nasıl baktıklarını bilmek durumundayız. Dışımızdakilerin kültür tarihleri hakkında az çok fikir sahibi olmalıyız.
Abdulwahid van Bommel’in ısrarla ifade ettiği gibi, Hollandalılara, Avrupalılara yatırım yapmalıyız. Avrupa toplumlarının sosyal ve siyasi yapıları, dini özellikleri, tarihsel hafızaları ve tecrübeleri, kendi iç mücadelelerini bilmemiz ve araştırmamız gerekiyor.
Akademik dünya bu yönde mesai yapmalı.
Elde edilen bilgi ile, kültür mirasımızda var olan dili birleştirirsek, dünya insanlığı ile daha etkili konuşur ve iletişim sağlayabiliriz. Modern tabirle, kamu ve kültür diplomasisine önem vermeliyiz.
Halklara dokunmalıyız, temas etmeliyiz.
Zira, bizim tarihsel tecrübemiz ve mirasımızda, insanlığa sunulacak bir Anadolu irfanı var. Bunu, insanlığa kazandırmak için bile dünya dilini konuşmaya muhtacız.
Veyis Güngör
1 Eylül 2018

Scroll naar boven
Scroll naar top