Avrupa, Terör ve Akıl Tutulması

Avrupa ve Amerika 21. Yüzyıla terör saldırıylarıyla girdi. Hatırlanacağı üzere yüzyılımızın ilk terör saldırısı 11 Eylül olarak hafızalarımızda yer edinen 2001 New York saldırısı oldu. Sonrasında, 11 Mart 2004 Madrid ve 7 Temmuz 2005 Londra saldırıları olarak devam etti. Diğer saldırılar malum. Paris, İstanbul, Ankara saldırıları. Brüksel Zaventem Havaalanı saldırısı bunlardan bazıları.

Bütün bu yaşananlar karşısında, Avrupa terör saldırılarına karşı tüm kurumlarıyla topyekün önlemler aldı. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve NATO terörizmle mücadeleye öncelik tanıdı. Avrupa ülkelerinde, terör faaliyeterinin hayata geçirilmemesi için çeşitli önlemler aldı. Mayıs 2016’da Avrupa Parlamentosu Europol’un bilgi alışverişinde yetkilerini genişletti.

  1. Yüzyılda terör Avrupa’yı bu şekilde hedef alırken, aidiyet duyduğumuz ülke Türkiye de malum terör saldırılarına maruz kaldı. Ortak akıl, ‘Terör saldırısı kim tarafından ve hangi amaçla yapılırsa yapılsın terör’dür’ tanımında ya da ‘Terör bir insanlık suçudur’ tesbitinde birleşmektedir. Bu bir vakıa iken, Avrupa ülkelerinin ya da Avrupa’ya hakim zihniyetin ve aktörlerinin, medyasının Türkiye ve terör konusunda gereğini yapmamaları da bir gerçektir. Avrupa bu haliyle bir akıl tutulmasıyla karşı karşıyadır. İnsani değildir. Bu duruş, adalet, insan hakları, güvenlik ilkeleri ve değerlerine terstir…

Avrupa’nın Türkiye ve terör konusunda bu şekilde davranmasının arka planı mutlaka tahlil edilmelidir.

Terör konusunda karşımıza çıkan ilk farklılık terör kavramının tanımlanmasında Türkiye ile Avrupa arasındaki farklılıktır. Her ne kadar, PKK Avrupa ülkelerinin bir çoğunda, ABD, Avustralya ve Kanada’da terör örgütü kabul edilse de, Avrupa’da hakim olan medya organlarında ve bir kısım siyasilerin açıklamalarında PKK’nın bir terörist hareketi değil, bir gerilla hareketi veya Kürtlerin Hakları için mücadele veren bir örgüt olarak lanse edildiğidir.  Avrupa kamuyoyu da on yıllardır bu şekilde yönlendirilmekte, inandırılmakta ve düşündürülmektedir. Maalesef bu algı kampanyasında genel anlamda başarılı da olunmuştur.

Devamla, Avrupa’nın Türkiye ve terör hakkında anlaşılmayan ya da yanlı davranışının önemli bir sebebi de son onbeş yılda Avrupa ve Amerik’da yaşanan ve yaşatılan olayların etkisidir.

Hiç şüphesiz; Avrupa ülkelerinde 11 Eylül saldırılarından sonra başlayan ve dalga dalga genişleyerek devam eden anti İslam ve anti müslüman tutumu Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerine yansımaktadır. Sözkonusu tutum direk Türkiye ve Türkleri hedef almasa da, sonuç olarak Türkiye de bu olumsuz gelişmelerden nasibini almıştır. Ne yazık ki bu süreç devam ediyor. Ortada bir ayrışma sözkonusudur. Yani medeniyetler çatışmasını arzulayanların planladığı ve çok yönlü beslediği bu ayrışım, gerilim ve süreç olanca hızıyla devam ediyor.

Bir başka etken ise, Avrupa’da özellikle 2012 yılından itibaren başlatılan anti Türkiye ve anti Erdoğan algı kampanyalarıdır. Bu kampanya 15 Temmuz kanlı darbesiyle zirve yapmıştır. Netice olarak da, bu algının Avrupa ülkelerindeki teröre çanak tutma ve çifte standart uygulamalarında önemli rol oynadığı söylenebilir.

Diğer taraftan, Avrupalı karar vericilerin yaptıkları konuşmaların satır aralarında Türkiye’nin bölgede etkin olması, son örnekte Türkiye’nin Suriye ve Irak’a, hangi sebeplerle müdahale ederse etsin, Avrupa’yı bu gelişmelerden ciddi şekilde rahatsız etmiş olmasıdır.

Türkiye’nin bölgede ve içeride PKK, FETÖ ve DEAŞ’la verdiği haklı mücadeleyi gereği kadar ciddiye almayan Avrupa ve ABD, üstelik Türkiye’yi ve Erdoğan’ı korku imparatorluğu kurmakla suçlamaktadırlar. Hem de bu suçlamaları içerideki unsurlarla da desteklettirmektedirler.

 

Kısaca; bu ve benzeri gelişmeler, bir taraftan Türkiye Avrupa ülkeleri ilişkilerini etkilerken, diğer taraftan da Avrupa’nın Türkiye ve teröre karşı verdiği mücadelede çifte tutum içine girmesine sebep olmaktadır.

Evet, yukarıdaki tablo bana, lise yıllarımda devam ettiğim seminerlerde anlatılan ve rahmetli Alparslan Türkeş’ten aktarılan ‘çağımızda milletler mücadelesi vardır, bu mücadele şuurundan mahrum olan toplumlar başkasının boyunduruğu altına girerler’ cümlesini hatırlattı. Demek ki mücadele devam ediyor. Bize düşen, bunun farkında ve şuurunda olmak ve her yerde ve şartta hak’kı, hakikati, adaleti, huzuru ve insanlığın güvenini savunmaktır.

 

Veyis GÜNGÖR
22 Kasım 2016

 

Scroll naar boven
Scroll naar top