Avrupa seçimleri yapıldı, şimdi düşünme zamanı

Pazar günü, Almanya’da yapılan seçimlerle birlikte Avrupa seçimleri tamamlanmış oldu. Avusturya ile başlayan seçimler, Hollanda, Fransa da devam etmişti. Avrupa’nın iki güçlü devleti Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avusturya ve Hollanda seçimlerinde aşırı sağ yükselişteydi. Seçimlere, İslam karşıtı, Türkiye ve Erdoğan karşıtı söylemleriyle giren partiler oylarını arttırdılar. Tüm Avrupa’da sosyal demokratlar büyük oy kaybı yaşadılar. Seçimlerde her ne kadar Avrupa taraftarı partiler kazanmış olsalar da, artık Avrupa siyesetine yön veren ana akımların gücünde önemli kaymalar ve değişimler yaşanıyor.

Almanya seçimlerini, tahmin edileceği gibi Merkel, oy kaybına rağmen, kazandı. Bu hem Almanlara hem de Avrupa karar vericilerine geçici de olsa rahat bir nefes aldırdı. Ancak, seçimlerde AfD’nin yüzde onüç gibi oyla parlamentoya girmesi, ki bu neredeyse doksan milletvekilidir, hem Almanya hem de Avrupa için tehlike çanlarının hızla çalmaya devam ettiğini göstermektedir. AfD’nin fikir babalarıyla ilgili geçen hafta bu satırlarda yorumumuzu yazmıştık: http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1526/alman-dusunurlere-ne-oluyor.html. Bunun üzerine Almanya’daki bazı dostlarımız da görüşlerini göndermişler. Görüşler özetle şu şekilde:

“AfD ile ilgili yazdıklarınıza katılıyorum. Yalnız bir konuyu daha araştırmış olsaydınız daha iyi olacaktı. Eyaletler bazında yapılan araştırmalarda AfD’nin seçmen kitlesinin %60’ına yakını toplumda sosyal demokrat olarak bilinen eski SPD seçmeni ve bunu gören mevcut SPD yönetimi başta Martin Schulz olmak üzere popülist sağ seçmenin kullandığı argüman ve söylemlerinden çekinmiyor olmasıdır”(Salih Altınışık).

“… Yabancıların çoğalması ve belli yerlerde birikmesini görenler, işsiz güçsüz ve de perişan halleriyle sokak ortası görüntüsü Almanlardan ziyade beni korkutuyor. Alman kültürü meselesine gelince, iş dünyasındaki iş gücü ihtiyacının 1 milyon olan bir ülkenin bir başka handikapı…” (Mustafa Can).

“…Bürokratik anlamda Prusya disiplini kaybolmakta meşhur Alman mükemmelciliği yerini “neme lazım” veya “boşver birşey olmaz” a bırakmakta. Teknik olarak ise ruhsat alan projelerin teknik standartların çok altında olduğunu bizzat gözlemlemekteyim buna karşın yabancı görünümlü ve aksanlı veya yabancı ünvanli olanın ise ağzıyla kuş tutuyor olmasının beklendiğini söylesem abartmış olmam. Tüm olayların aktörleri ise arka planında hiçbir göçmen unsuru olmayan yerli Alman meslektaşlar. Kaldıki belediyelerde proje ibraz eden mimar veya mühendis sayısı bir elin parmakları kadar diyebiliriz. Mülteci olgusunun bu alanlara ulaşması daha uzun bir zaman alacak”(Mesut Tanyel)

“Avrupa’nın Merkezi ve Batısında olan ülkeler ikinci dünya savaşından sonra büyük, kayda değer sıkıntı yaşamamışlar. Mesela Türkiye toplumu sürekli sıkıntı yaşamış (darbeler, ekonomik sıkıntılar, terör, bürokratik oligarşi, vs.) ve zor(!) durumlara karşı bir nevi bağışıklık kazanmış, oysa bu bağışıklık Almanya gibi ülkelerde yok; onun için psikolojik olarak -mülteci akımının sebep olduğu- yeni ve zor durumu kafalarında işlemekte zorluk çektiklerini düşünüyorum!”(Bülent Bilgi)

Evet, hem seçim sonuçları hem Almanya’daki dostlarımızının ifadeleri Almanya’yada siyasi akımların giderek değiştiğini gösteriyor. Bunun en somut örneği AfD’nin seçmen profilini eski sosyal demokratların oluşturmasıdır. Bu sadece Almanya ile sınırlı değildir. Avusturya, Fransa ve Hollanda seçimlerinde de bu yer değiştirmeyi görmekteyiz. Siyasi güç değişimi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Avrupa Parlamentosuna da yansıyacaktır. Geleneksel siyasi akımlar sayısal olarak olarak değişirken yeni akımlar da oluşacaktır.

Bize gelince. AvrupalıTürkler olarak, seçimleri çok yakından takip ettik. Göç ve mülteciler seçimlerin olmazsa olmaz tartışma konularıydı. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Türkiye-Almanya ilişkileri de seçimlerde malzeme olarak kullanıldı. İslam, radikalizm de ırkçı partilerin en çok kullandıkları seçim malzemesi oldu. Şimdi, bütün bu gelişmelerin doğrultusunda yani Avrupa gündemini göz önüne alarak, yeniden düşünmeye yönelmeli. Özellikle, omuzlarında sorumluluk hissedenler, şikayeti ve hayıflanmayı bir tarafa bırakmalılar. ‘Şikayet eden göçmenler imajı’ kırılmalı. Mazlum rolünü oynamanın kimseye faydası yoktur. Çözüm başka yerlerde aranmamalı. Hamaset bırakılmalı. Yerli, Avrupalı partnerlerle iyi ilişkiler içinde olunmalı. Bunun yolları aranmalı. Velhasıl, çözüm bizdedir diyerek, yeni bir düşünme süreci başlamalı…

Veyis Güngör

25 Eylül 2017

 

Scroll naar boven
Scroll naar top