Avrupa Parlamentosu Seçimleri, Aşırı Saǧ Hareketler ve Kuzey Avrupa Ukalalıǧı

Geçtiǧimiz Mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu Milletvekili seçimleri, bir çok açıdan ‘Avrupa’ kavramı ile ilgili tartışmaları yeniden canlandırdı. Seçim sonuçlarında hemen göze çarpan noktalar hiç şüphesiz seçimlere katılımın yüzde ellilerin üzerinde olması, Parlamentodaki geleneksel siyasi yapılanmanın deǧişmesi, Sosyal Demokratların oy kaybı, aşırı saǧ partilerin sandalye sayısında yükselmeydi. Ayrıca, özellikle Portekiz ve komşu ülke düşünürlerinin Kuzeylilere, Kuzey Avrupa ukalalıǧına karşı söyledikleri de ön plana çıktı. Örneǧin Portokiz sosyolog de Sousa Santos, Avrupa’nın artık Sosyal Demokratlardan ve Kuzey-Avrupa ukalalıǧından kurtulması gerektiǧi belirtti.

Avrupa Parlamentosunda dengeler deǧişti
Hollanda günlük gazetelerinden Trouw’ın köşe yazarı Hans Goslinga(*) özellikle Mayıs (2019) seçimleriyle birlikte, olumlu veya olumsuz bir Avrupalılık siyasi bilincinin uyandıǧına dikkat çekiyor. Avrupa Parlamentosunun 60 yıllık bir geçmişe sahip olması, Avrupa’nın geçen yüzyıl iki büyük savaş yaşaması Avrupalılık ortak bilincinin geç oluşmasında rol oynamıştır diyor Goslinga. 1950 yılında Fransız Bakan Schumann’ın teklifi ve devamındaki birliktelik hiç şüphesiz, yeni savaşlara meydan vermeden ‘organize olmuş ve yaşanılabilir bir Avrupa’ amacıyla, ‘medeniyete bir katkı saǧlamayı’ hedeflemişti. Yazara göre, Avrupa düşüncesi, kurumsal olarak başarılı olmuştu. Avrupa, Brüksel’de sadece duvarları camlardan oluşan binalardan ibaret olmayıp, süper güçlü bir bürokrasi devleti merkeziydi. Yani Avrupa, vatandaşları barış, huzur, bireysel özgürlüklerin olduǧu ve sosyal güvence içine alınmışlardı.

Avrupa Birliǧi tarihinde elbette, savaş sonrası süreç başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin sömürge ülkeleriyle olan ilişkileri ve baǧımsızlıklar da önemli rol oynadı. Avrupa’nın eski sömürge ülkelerinden Avrupa’ya ciddi derecede göç akımları yaşandı. Hans Goslinga’ya göre bu göç akımları, daha sonra Amerika’da olduǧu gibi Avrupa’da nasyonalist ve saǧcı hareketlerin canlanmasına sebep olacaktı. Son seçimlerle birlikte Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliǧini ateşli savunanlarla, Avrupa karşıtı söylemleri olan siyasi grupların yer aldıǧı bir parlamento oldu. Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar, Liberaller ve Yeşiller toplam 17 sandalye kaybederken, karşı taraf 3 sandayle artırarak Parlamentoda yer aldılar. Uzmanlara göre, Avrupa Parlamentosunda böyle bir tablo, Avrupa vatandaşlarının Avrupa’ya ilgi duymaları yanısıra, Parlamentoda çeşitliliǧin temsil edilmesini beraberinde getirecek.

Aşırı saǧ Avrupa’yı nasıl ele geçirdi?
Avrupa Parlamentosu Milletvekili seçimlerinde, Avrupa’nın bir çok ülkesinde artık görünülür bir şekilde örgütlenen nasyonalist, saǧcı hareketler Avrupa’nın bir gerçeǧini de oluşturuyordu. Siyaset Bilimci ve yazar Kemal Rijken (**), kısa bir süre önce “Kendi Halkım, saǧcı-nasyonalizm Avrupa’yı nasıl ele geçirdi?” başlıklı bir kitap yayınladı. Kemal Rijke, kitabını yayınlamadan önce Belçika, Hollanda, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya, Danimarka, İsviçre ve İngiltere’de bulundu. Bu ülkelerdeki radikal, aşırı saǧcı siyasi partilerin liderleriyle görüştü. Toplantılarına dinleyici olarak katıldı. Aşırı saǧın yükselişini alanda gözlemledi.
Kemal Rijken, kitabının önsözünde Avrupa’daki aşırı saǧ hareketlerin gelişmesini Amerikan Başkanı Donald Trump’un 20 Ocak 2017 tarihindeki konuşmasıyla ilişkilendiriyor. Bu konuşma Batı tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı Kemal’a göre. Önemliliǧi sadece bir iş adamının dünyanın en güçlü ülkesine Başkan olarak seçilmesi deǧil aynı zamanda Amerikalılar bir popülisti Başkan olarak seçmişlerdi. Böyle birisinin Başkan seçilmesi Amerika ve Batı için zihinsel bir depremdi. Trump’un ilk konuşmasındaki şu cümleleri hatırlayalım: “Burada gücü Washington’dan insanlara Amerikan halkına geri veriyoruz”, “Bu ülkenin unutulan kadın ve erkekleri artık unutulmayacak”, “Biz yalnızca yönetim transferi yapmıyoruz. Yönetimi siz halka veriyoruz”, “Medeni dünyayı radikal İslamcı terörizmle mücadele için bir araya getireceğiz. Birlikte, radikal İslamcı terörizmi dünya üzerinden sileceğiz.” Trump konuşmasını şu cümlelerle bitiriyordu: “Hep Birlikte Amerika’yı tekrar güçlü kılacaǧız. Güvenli yapacaǧız. Tekrar Amerika ile gurur duyacaǧız”.

Avrupa’da bir çıǧ gibi yükselen popülist, saǧcı ve nasyonalist hareketlerin sloganları Amerikan Başkan’ı Trump’un hemen hemen aynısıydı. Ortak özellikleri, ülkeyi tekrar halkın yönetmesi, unutulan kitlelerin hatırlanması, radikal İslamcı terörizmle mücadele, göçmen ve mülteci karşıtlıǧıydı. Avrupa’da aşırı saǧ, popülist hareketlerin başını Almanya’da AfD, Hollanda’da PVV ve FvD, Fransa’da Front National, Belçika’da Vlaams Belang gibi siyasi oluşumlar çekiyor. Liderler ise Jean-Marie Le Pen, Geert Wilders, Alexander Gauland, Filip Dewinter, Umberto Bossi, Nigel Farage’di.

Kemal Rijken’e göre aşırı saǧ ve nasyonalist hareketlerin Avrupa’da gelişme süreci, kapalı bir şekilde de olsa 1980’li yıllarda başlar. Her ne kadar bir çok Batı Avrupa ülkesinde, bu yıllarda aşıǧı saǧ ve nasyonalizm üzerine hareket etmek bir tabu olsa da, göçmenlerin entegrasyonu sorun edilerek yavaş yavaş ırkçılık konuşulmaya başlanmıştı. Bu aynı zamanda, alttan alta, Batı Avrupa’da, kendi halkına yönelme düşüncesinin başlama dönemiydi. Zira Avrupa’ya bu yıllarda büyük kitleler halinde Batılı olmayan göçmenler gelmeye başladı.
11 Eylül olayları, Avrupa’daki aşırı saǧ ve nasyonalistler için adeta devrim niteliǧinde bir dönüm noktası teşkil ediyordu. Artık bazı siyasiler, hatta bilim insanları, gazeteciler radikal İslami terör gruplarını bahane ederek, nasyonalist düşüncelerini açıklamaya başlamışlardı. Her ne kadar Kemal Rijken’in araştırmasına göre, saǧcı-nasyonalist hareketlerin içindeki temsilcilerin önemli bir bölümü ideolojik olarak ırkçı olmasalarda, Batılı olmayan göçmenlerin toplumun bir parçası olması yani asimile olmasını istiyorlardı. Bu noktada, ten rengi ve ırkı önemli olmayıp, göçmenlerin dili konuşmaları, ülkeye aidiyet duymaları, gelenekleri kabullenmeleri gerekiyordu. Ve yıllar içinde, aşırı saǧ ve nasyonalistler Avrupa’nın her yerinde başta mahalli idareler olmak üzere, eyalet, ülke yönetimi ve Avrupa Parlamentosunda temsil edilir hale geldiler.

Kuzey Avrupa Ukalalıǧı
Avrupa Parlamentosu Milletvekili seçimleriyle birlikte başlayan tartışmaya Güneyliler de katıldılar. Avrupa’yı eleştiren Güneyli düşünürlerden birisi de Portekizli sosyolog Boaventura de Sousa Santos. De Groene Amsterdammer ( Haziran 2019) dergisinden Lex Rietman’ın (***) Portekizli sosyologla Avrupa üzerine yaptıǧı söyleşide şu başlık dikkat çekiyor: “Kapitalist hegamenyoyu tartışmaya açmalıyız”. Ve hemen devamında da Portekizli sosyolog Avupa ile ilgili şu görüşlere yer veriyor: “Avrupa, büyüyen dünyada küçülen bir kıta. Yarım yüz yıl önce Avrupa sosyal koruma modeliyle dünyaya meydan okumuştu. Peki Avrupa’yı şimdi ne bekliyor? Avrupa’nın neoliberal kıyımına ve Avrupa ukalalıǧına karşı direniş Güney’den geliyor.”

Devamında ise, neoliberalizmin bir yalan olduǧunu Portekiz’in göstereceǧini söyleyen sosyolog de Sousa Santos, aslında “Avrupa’nın biç bir zaman olmadıǧını” dile getiriyor. Avrupa’nın yüzyıllarca, toplumsal bilinçten yoksun karma karışık şeyleri söyleyen ülkelerin birlikteliǧi olduǧunu söyleyen de Sousa Santos, onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllarda başgösteren kıta ticaret kapitalizmi ile Portekiz ve İspanya’da modernizm duraklatırken Kuzeyde devam ettiǧini ve böylece arada oluşan farkın hala varlıǧını koruduǧunu belirtiyor. Yirminci yüzyılda Doǧu ve Batı Avrupa arasında bir ayrılık oluştuǧunu, iki vahşi savaşın sonuçları ve 1945’te yeniden bir birliǧin oluştuǧunu söyleyen sosyolog güçlü bir ekonomik bir blok ile birlikte demokratik ve Hristiyan deǧerlere vurgu yapıldıǧının altını çiziyor sosyolog. Oysa, “Müslümanlar yedi yüzyıl buradaydı. Onikinci yüzyılın başından itibaren Avrupa kültürü İslam’ın etkisi altındaydı” diyen Boaventura de Sousa Santos, “Avrupa’nın Yunan Felfesefinden oluştuǧu görüşünün ondokuzuncu yüzyılın ortalarına oluşturulan bir inanış” olduǧunu belirtiyor. Gerçek ise, Avrupa’nın “Arap ve İslam mirasına, yani Mısır, İran ve Baǧdat’dan Toledo’ya gelen kitapların tercümesi ve düşünürlerin fikirlerinin tanınması”yla beslendiǧidir. Portekizli sosyolog eleştirilerine şöyle devam ediyor: “Marşal planı bir barış planı deǧildir. Bir soǧuk savaş planıdır. Birleşmiş Milletler bu yardımla güya, kapitalizmin siyasi ve ahlaki olarak Komünizmden üstün olduǧunu göstermeye çalışmışlardır.” Berlin duvarının yıkılmasıyla, artık kapitalizmin rakipleri kalmamış ve 1980’den sonra ortaya kapitalizmin bir deǧişiǧi olan ‘neoliberalizm’ kavramı ortaya atıldıǧını söyleyen sosyolog “yeni krizler oluşturularak, çarenin sadece kapitalizm olduǧu söylenmeye çalışılmıştır” diyor. Sosyolog de Sousa Avrupa’da iki farklı aşırı saǧ hareket olduǧunu söylüyor. Bunlar: neoliberal gruplar ve biz kavramını kullananlar yani her şey Avrupa için sloganını atanlar. İkinci grubun dışladıǧı onlar dediǧi gruplar göçmenler, kadınlar, farklı inançlara sahip olanlar, mülteci kamplarında yaşayanlardan oluşmakta.

Özetle söylememiz gerekirse, Mayıs 2019 Avrupa seçimleri, katılımın yüksekliği ile Avrupalılığın yeniden gündeme geldiğini gösteriyor. Gündeme gelme, bir Avrupa bilinci olarak değerlendiriliyor. Ancak Avrupa karşıtı olanların da sandığa gitmeleri ve AP’ye vekil göndermeleri bundan böyle nasıl bir Avrupa sorusunun cevaplarını çeşitlendirecektir. Danimarka hariç, Sosyal Demokratların durumu çok tartışılacaktır.

Aşırı sağ partilerin beklenenden daha az oy almaları geçicide olsa memnuniyet verici bir gelişme olarak görülebilir. Her ne kadar sosyolog Kemal Rijken’in araştırması Avrupa genelinde aşırı sağ politikacıların etnik bir ırkçılık söylemi içinde olmadıklarını gösteriyor olsada, Referans Dergisinin Mayıs Haziran (2019) sayısında ele aldığımız Avrupa’da ırkçılık ve Kuzeylilerin üstün ırk oldukları iddialıları bizi ciddi şekilde düşündürmektedir.

Güneylilerin Avrupa kavramı var Birliğe yaptıkları eleştiriler, kapitalizmin yeni yüzü neoliberalizmim yeni sorunlar oluşturması iddiası da, bundan böyle Avrupa etrafında tartışmaların devam edeceğini göstermektedir.

Elbette, bugün olduğu gibi yarınlarda da Avrupa’daki göçmenler ve mülteciler bu tartışmanın enstrümanı olmaya devam edeceklerdir. Bu çerçeve ve diğer gelişmeler göz önüne alındığında Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerini zor bir dönemin beklediği söylenebilir.

NOTLAR:
(*) Hans Goslinga, ‘Europa is politiek tot leven gekomen’, Trouw, Zaterdag 1 juni 2019
(**) www.knack.be ‘Voorpublicatie van politoloog Kemal Rijken: Hoe het rechts-nationalisme Europa veroverde, 11/06/2019
(***)Lex Rietman, ‘We moeten de kapitalistische overheersing ter discussie stellen’, 5 juni 2019 – verschenen in nr. 23

Bu yazı REFERANS DERGİSİ Temmuz-Aǧustos sayısı için kalme alınmıştır.

Scroll naar boven
Scroll naar top