Kendyn öyle bir tokat yedi ki…

Amstedam’ın genç Udi’si ve kadim dostum Cengi̇z Özkaynak, geçtiğimiz Pazar günü bir kitap hediye etti. Kitabın adı: “Sadece aptallar sekiz saat uyur”. Yazarı: Erdal Demirkıran. Kitap kişisel gelişimle ilgili bir kitap. Uçakta okumaya başladım. Kitabın kahramanı bay Kendyn. O bir doktor ve hastane yöneticisi. Ve bir gün güneşin doğmasına bir saat kala öyle bir tokat yiyerek uyanıyor ki. İşte tüm kitabın hikayesi böylece başlıyor. Ona tokat atan bir Cin. Acayip bir yaratık. Ayakları çok küçük ama elleri öyle büyük ve okkalı.

Kendyn yediği tokat sonrası uyanınca, şaşkın ve korku içindedir. Başına ne geldiğini anlamaya çalışıyor. Ve sonra diyalog başlıyor Cin’le. Uzun tartışmalar yaşanıyor aralarında. Ama sonunda Cin ‘dile benden ne dilersen der’ Kendyn’e. Ama senin, yani ‘insanın yapamayacağı bir şey dile’ diye de şart koşar Cin. Kendyn çok uzunca düşünür. Bir iki garip sorudan sonra ‘Ömrümü uzat’! der.

Ve Cin bir insanın ömrümün nasıl uzun olabileceğini Kendyn’e gözlem ve tecrübelerle öğretecektir. Ama Kendyi ilk önce görünmezlik iksiri içmesi gerekiyor. Zor kötek içiyor iksiri. Ve Kendyi ile Cin birlikte metafizik bir yolculuğa çıkıyorlar. Önce Da Vinci’yi gözlemliyorlar. Da Vinci nasıl çalışıtığını, dört saatte bir yarım saat uyuduğunu görüyorlar. Sonra İsaak Newton’u ziyaret edip bir süre izliyorlar nasıl çalıştığını. Newton otuz saatlik bir  kum saati bitince uyuyor ve sürekli çalışıyor. Ve ziyaret Edison’la devam ediyor. Edison da her üç saatte ancak bir on beş dakika uyuyor. Son olarak küçük fanusun içindeki büyük adam Dostoyevski’yi ziyaret ederler. Görürler ki, Dostoyevski hapisteki arkadaşları yemek molasında mutfağa koşarken bile defterine bir şeyler yazma derdindedir.

Evet. Bu ziyaretlerden anlaşılan önemli mesaj hiç şüphesiz, en basit bir anlatımla: çok çalışma, az uyuman ve bir iş üzerine yoğunlaşmadır. Yani insanın yaptığı işe inanması ve o işi sonuna kadar inatla, azimle ve bir o kadar da aşkla takip edip başarmasıdır.

Kendyi ile Cin’in seyahatleri devam ediyordu. Bu kadar insan, bir o kadar çalışma ofisi, atölyesi ziyaret etmelerine rağmen daha güneş yeni doğuyordu. Yani aradan bir saat geçmişti.  Ne de olsa bu bir metafizik yolculuktu. Orada bizim anladığımız zaman kavramı yoktu.

Sonya dünyamıza baktılar. İnsanların yüzde doksanı uykudaydı. Oysa hayvanlar ve bitkiler aleminde olağanüstü bir hareketlilik vardı güneş doğarken. Onlar erkenden görevlerini yapmışlar, yavrularını emzirmişler ve adeta zikre dalmışlardı. Hepsi görevlerinin başındaydı. Kendyn uyandığı andan sonra, yani yaklaşık bir saat içinde neler neler gözlemlemişti. Hayretler içerisindeydi.

Artık az uyumalıydı Kendyn. Az uyumak başarının sırrıydı ona göre. Ama Cin, hayır sadece az uyumak yetmez diyordu. Ne olursan ol, mutlaka büyük düşünmelisin diyordu. Az uyku uyumak ve büyük düşünmek güzeldi elbette. Evet kahramanımız Kendyn bir saat içinde, az uyumak, büyük düşünmek ve çok çalışmayı deneylerle öğrendi…

Tam bu son cümleleri yazdığım bir sırada, pilotun anonsu dikkati çekti. Bir iki dakika sonra, sol tarafımızda Çanakkale’yi göreceksiniz diyordu pilot. Hemen ayağa kalktım. Sol tarafa doğru bakarken, Muhammed Ikbal aklıma geldi. Ikbal bu toprakların üzerinde oturarak seyahat edilmez diyordu… Çanakkale’yi de görünce, Mehmet Akif’in: ‘Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana Aguşunu açmış duruyor Peygamber’ cümleleriyle biten Çanakkale şehitleri şiiri aklıma geldi. Aşağı baktım. Hepsi sema halindelerdi sanki…

Veyis Güngör
5 Temmuz 2017

Scroll naar boven
Scroll naar top