Uzun
yıllar sonra, Amsterdam’a bir kez daha bisiklet ile gittim. İkamet ettiğim
köyden takriben 6 km. sonra Amstedam’a kuzeyden giriş yaptım. Hollanda’ya
yapılan Türk göçünün ilk yıllarında, Türk işçilerinin yoğun olarak çalıştıkları
NDSM Gemi fabrikasınının ve Atatürk Kampı’nın bulunduğu yerden Amsterdam merkez
tren istasyonuna giden küçük feribotu kullandım. Hava güzeldi. Yağmur yoktu.
Kadirşinas dost Efsane ile, Amsterdam Fatih Camii’nde öğle namazında
buluşacaktık. Bisiklet yolculuğu bir saat sürünce, yetişemedim. Namaz sonrası,
Fatih Camii’ne yakın olan, Westerkerk’in hemen karşısındaki Türk restoranı “Sefa”da
buluştuk. Kahvelerimizi içtik. Mekan sahiplerinden Recep Korkut’dan, ‘akşama
doğru tekrar geliriz’ diyerek müsade istedik ve Amsterdam sokaklarında
yavaş yavaş gezmeye başladık.
Amsterdam’ın
sokaklarını karış karış bilen ve hafızası güçlü olan Efsane ile şehrin
merkezinine doğru ilerledik. Amsterdam’ın eski halini çok iyi bilen Efsane,
sokaklarda kimselerin olmadığını, ikide bir söyledi durdu. Hakikaten, sokaklar
bomboştu. Şehir sanki hayalet şehre dönmüştü.
Issızdı, sakindi…
Bir zamanlar sokaklarında turistlerden zor yürünen Amsterdam, Kovid-19’dan
sonra olağanüstü sakindi. Etrafımızda hiç İngilizce konuşan insan yoktu. Buna
rağmen ara sokaklardan ot kokusu, yani Hint Keneviri kokusu eksik değildi.
Gerek
öğrencilik yıllarımızda, gerek sonraki yıllarda yapılan sosyal kültürel
faaliyetleri yakından takip eden Efsane, gezintimiz süresince, her köşe
başında, ‘şu binada falan faaliyeti yapmıştınız’ dedi durdu. Tabii ki,
Efsane’nin bu hatırlatmaları, beni ister istemez o yıllara geri götürdü.
Elbette, bu sütunda o yıllarda Amsterdam’da yapılan faaliyelerin tamamının
anlatılması mümkün değil. Ancak, mekânla anılabilen bazı faaliyetlere kısaca
yer vermek isterim.
Amsterdam
gezintimizde, adını meşhur Hollandalı
ressam ve baskı ustası Rembrandt’dan
alan, Rembrandtsplein’e geldiğimizde, Efsane, köşedeki oteli gösterdi ve burada
yaptığımız ‘Birinci Uluslararası Mevlana Sempozyumu’ ve ‘Ibn Sina
Konferansı’ faaliyetlerini hatırlattı.
Evet, henüz öğrenciydik, herhangi bir dernek, vakıf kurmamıştık. Seksenli
yıllarda, Hollanda üniversitelerinde okuyan, sayıları da bir elin parmakları
kadar az olan Türk öğrencilerle kurduğumuz organizasyon komiteleriyle söz
konusu faaliyetleri gerçekleştirmiştik.
Her iki faaliyet, bir pazar günü öğleden sonra yapılmıştı. O yıllarda, Den
Haag’da Hollandaca yayınlanan Qibla dergisi, “Mevlana Rembrandsplein’de”
başlığı ile duyurmuştu Mevlana Sempozyum’unu.
Amsterdam’ın en önemli ve merkezi yerlerinden birisi olan DAM Meydanı’na geldiğimizde, Efsane, Kraliyet Sarayı’nın sol tarafındaki Yeni Kilise salonunu göstererek, ‘Burada da “Ibn Haldun Konferansı” ve “Avrupa Türk Edebiyatı” faaliyetleri olmuştu’ dedi.
Doğru söylüyordu Efsane. “Ibn
Haldun ve Göç Tarihi Konferansı”, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği
tarafından organize edilmişti.
Sosyal Bilimler Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyken, takip ettiğim 4. Dünya
Tarihi ek derslerinde, Dr. Leo Biegel, uzun uzun Ibn Haldun ve tarih
teorisinden bahsetmişti. Aynı tarihlerde, Taha Akyol’un ‘Tarihten Geleceğe’ kitabını okumuştum. Orada da Ibn Haldun’dan
örnekler veriliyordu. Ibn Haldun’un hem tarihçi, hem sosyolog hem de göçmen bir
geçmişe sahip olması ilgimi çekmişti. Bunun üzerine, Amsterdam Üniversitesi’nden
Leo Biegel ve Harrie Teunissen,
Almanya’dan Kadri Akkaya’nın konuşmacı olarak katıldığı söz konusu konferansı
organize etmiştik. Konferans notları da Hollandaca
ve Türkçe olarak kitap halinde yayınlanmıştı.
Yine
aynı tarihi binanın salonunda, geçen aylarda aramızdan ayrılan Ozan Yusuf
Polatoğlu, yıllar önce ebediyete intikal eden Osman Türkay başta olmak üzere,
bir çok konuşmacının katıldığı “Batı Avrupa Türk Edebiyatı Forumu” organize etmiştik. O yıllarda,
herkes gurbet veya göçmen edebiyatından bahsederken, biz, yeni oluşmakta olan
Batı Avrupa Türk Edebiyatı kavramını kullanmıştık.
Program, 8 Aralık 1991 tarihinde olmuştu. İngiltere, Almanya ve Hollanda’dan
katılan şair ve Türkologlar; ‘Avrupa’da sözlü edebiyatımız’ ve ‘Gurbet edebiyatından evrensel edebiyata
geçiş’ gibi
konularda konuşmalar yapmışlardı. Bu toplantıyla, Avrupa’da yeni bir Türk
edebiyatının oluşum haberi verilmişti.
Dam Meydanı,
bize elbette sadece yukarıda hatırlanan faaliyetleri gözümüzün önünde getirmez.
Bilindiği gibi Dam Meydanı, gösterilerin, nümayişlerin, mitinglerin,
protestoların yapıldığı merkezlerden birisidir. Burada, Türkiye düşmanı malum
terör örgütü de, her hafta, yıllarca gösteri yaptı. Biz de, Dam Meydanı’nda
Amsterdam tarihinde bir ilk olan, tarihi Mehter Takımı gösterisi yapma şansını
yakaladık.
Amsterdam’da yedi yıl süreyle organize ettiğimiz ata sporumuz, tarihi yağlı
güreş şampiyonluklarına davet ettiğimiz Ankara Büyükşehir Mehter Takımı,
Amsterdam Dam Meydanı’nda tam iki saat süreyle bir gösteri yaptı. Mehter Takımı’nın
Dam Meydanı’nda yürümesiyle, dünyanın her tarafından gelen turistler başta
olmak üzere, halk neye uğradıklarını önce anlayamadılar. Sonra, fotoğraf çekme
yarışına girdiler. Ceddin Deden, Neslin Baban, Genç Osman, Hücum Marşı, tarihte
ilk defa Amsterdam Dam Meydanı’nı inletmişti.
Amsterdam gezintimizde karşımıza
çıkan bir başka hatıra ise, Dam Meydanı’nın hemen arkasında yer alan Edebiyat Fakültesi’nde
yapılan ‘Yunus Emre Sevgi Yılı’ faaliyetiydi. 1991 yılı, UNESCO
tarafından “Dünya Yunus Emre Sevgi Yılı” ilan edilmişti. Türkiye başta
olmak üzere, Türk gönül coğrafyasında, Yunus Emre faaliyetleri organize
edilmişti. Biz de, Hollanda Türk Akademisyenler Birliği olarak, Hollanda’da “Yunus
Emre Sevgi Haftası” organize etmiştik. Bu çerçevede, Hollanda’da
konferanslar, sergiler, film ve video gösterileri ve yayın faaliyetleri
yapılmıştı.
Pazartesi akşamı, Leiden Üniversitesi’nde başlayan Yunus Emre programları,
sırasıyla, Delft, Utrecht Twente ve Amsterdam Üniversitesi Edebiyat
Fakültesinde icra edilmişti. Bu çerçevede, Hollanda’nın günlük gazetelerinden
Trouw, Yunus Emre’ye tam sayfa ayırmıştı. Hollanda televizyonu da Yunus Emre
özel yayını yapmıştı. Den Haag Halk Kütüphanesi’nde de Zeki Kuşoğlu’nun ‘Yunus
Emre Resim Sergisi’ne yer verilmişti.
Amsterdam sokaklarında yaptığımız gezinti süresinde hatırlanan sosyal, kültürel ve bilimsel faaliyetlerin yanı sıra, o yıllarda daha yeni meşhur olmaya başlayan “Belçika Patates Kızartması”ndan da bahsetmemiz gerekir. Zira, tıpkı o yıllarda olduğu gibi, Amsterdam Üniversitesi kütüphanesinin arka tarafındaki, Belçika patates kızartması için insanların sırada beklediklerini gördük. Yine, aynı sokakta, bizim öğrencilik yıllarında yüzme havuzu olan ancak şimdi ‘helva’ satılan bir dükkan gördük. Büyük kalıplar halinde satılan helvanın fiyatı bizi şoke etti. Tadına bakmak için yüz gram alalım dedik. Satıcı, ‘en az üç yüz gram almanız gerekir’ deyince şaşırdık kaldık. Bizim, Türk marketlerinden altı, yedi avroya aldığımız sade helvanın kilosu neredeyse elli avroydu bu dükkanda.
Birkaç saat süren Amsterdam sokakları gezimizden sonra, tekrar Westerkerk’en karşısındaki ‘Sefa’ Restorana geri geldik. Yorulmuştuk. Terasa oturduk. Demlenen Türk çayı ilaç gibi geldi. Bütün yorgunluğumuzu alıverdi. Kendi hazırladıkları özel ekmek arası dönerlerimizi de yedikten sonra, saatin ilerlemesi, hafif rüzgarın başlamasıyla, Recep Korkut ve çalışanlara teşekkür ederek dağıldık. Amsterdam merkezden, bisikletle, istasyondan vapurla karşıya geçmem ve eve gelmem tam bir saat sürdü. Tatlı yorgunluğum ertesi gün de devam etti, ama anıları tazelemeye değdi.
Veyis Güngör
1 Haziran 2021