Türkiye Ekonomik, Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (TESAM), son yıllarda ortaya koyduğu düşünsel ve akademik faaliyetlerle, Türkiye’nin entelektüel gündemine önemli katkılar sunuyor. Sadece Türkiye’nin iç meseleleriyle sınırlı kalmayan bu faaliyetler; Orta Doğu’dan Türk Dünyasına, Avrupa’dan küresel siyasete uzanan geniş bir ufku yansıtıyor. TESAM, kısa sürede hem genç kuşak araştırmacıların yetişmesine zemin hazırlıyor, hem de düşünce üretiminde süreklilik sağlayan kurumsal bir hafıza oluşturuyor.
Bu çerçevede geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirilen “9. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi”, kurumun bu istikrarlı çabasının yeni bir halkasıydı. Her yıl farklı bir temayla düzenlenen kongre, bu kez “Krizler Çağının Başlangıcı” başlığıyla toplandı. Üç gün süren buluşma; akademisyenlerden emekli askerlere, diplomat ve araştırmacılardan genç bilim insanlarına kadar yüzlerce katılımcıyı bir araya getirdi. Kongre, yüz yüze ve çevrim içi oturumlarla 5–7 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirildi.
Kongrenin açılış konuşması, TESAM’ın genç, dinamik ve bir o kadar da aktif Başkanı Dr. İlyas Bozkurt tarafından yapıldı. Günümüz dünyasının sancılı geçiş sürecine dikkat çeken Bozkurt’un, “1990’da Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ABD, tek başına bir dünya düzeni kurmaya çalıştı ama başaramadı. Bugün Çin ve Hindistan gibi yeni güçlerin yükselişiyle birlikte dünya yeniden şekilleniyor; bu süreç krizlerle dolu bir dönüşüm dönemidir” sözleri, kongrenin ana fikrini özetliyordu.
Kongredeki oturumlar, sosyal bilimlerin krizleri anlamada ve çözüm arayışlarında ne denli vazgeçilmez bir rol üstlendiğini gösterdi. Katılımcıların sunum başlıkları; küresel ekonomik dalgalanmalar, dijital çağın insan üzerindeki etkileri, yapay zekâ ve yalnızlık ilişkisi, kültür ve toplumsal cinsiyet tartışmaları, kimlik ve dayanıklılık meseleleri gibi günümüz dünyasının merkezinde yer alan konuları kapsıyordu.
Her bir sunum, krizi sadece bir olgu olarak değil, aynı zamanda insanın anlam arayışını şekillendiren bir süreç olarak takdim edildi.
TESAM’ın önceki yıllarda düzenlediği kongrelerde olduğu gibi, bu yılki programında da, naçizane şahsım da, bir sunum ile yer aldı. Sunumumun başlığı, “Avrupa’da Demokrasi Krizi, Yükselen Aşırı Sağ ve Yeni Bir Avrupa Önerisi” idi. Sunumumda, Avrupa’da 1980’lerden itibaren belirginleşen ve bugün daha da derinleşen demokratik kırılmaların izini sürdüm. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan dönüşüm süreci, Amerika’nın tek kutuplu bir düzen kurma girişiminden, çok merkezli bir dünya yapısına geçişi de beraberinde getirdi. Bu geçiş, aynı zamanda Avrupa’da otoriter eğilimlerin ve siyasal popülizmin yükseldiği bir dönemin habercisiydi.
Bugün Almanya, Hollanda, Fransa, İtalya ve Macaristan gibi ülkelerde aşırı sağ partilerin giderek güçlenmesi, demokratik sistemlerin kırılganlığını daha görünür hale getiriyor.
Bu noktada, Belçikalı yazar Joël De Ceulaer’ın “Demokratie is niet perfect: Pleidooi voor een gebrekkig systeem” (Demokrasi Mükemmel Değil: Kusurlu Bir Sistemi Savunmak) adlı eserinden hareketle, Avrupa demokrasilerinin altı temel açmazını tartıştım.
Bu açmazlar, yalnızca kurumsal düzeyde değil, aynı zamanda toplumun temsil ve aidiyet duygularında da kendini gösteriyor.
Konuşmamın son bölümünde ise, 29 Ekim günü Hollanda’da seçimleri kazanan sosyal liberal parti D66’nın, “Yeni Bir Avrupa” vizyonuna değindim. D66’nın önerileri, Avrupa demokrasilerinin içine düştüğü temsil ve güven krizini aşmak için önemli bir yenilenme çağrısı niteliğinde. Belki de bu çağrı, Avrupa’nın yeniden demokratik ruhuna dönmesi için bir fırsat penceresi açabilir.
Sonuç olarak, TESAM’ın bu yılki Sosyal Bilimler Kongresi, krizlerle örülü çağımızda düşüncenin hâlâ en güçlü çözüm aracı olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Krizlerin yalnızca ekonomik ya da siyasal boyutlarıyla değil, insanın anlam arayışıyla da ilgisi var. Bu yönüyle sosyal bilimler, günümüz dünyasında sadece bir analiz alanı değil, aynı zamanda insanlığın yönünü yeniden tayin etme çabasının da en güçlü aracıdır.
Veyis Güngör
10 Kasım 2025