Türklerde Peygamber Sevgisi ve Kusem İbn Abbas
Değerli dostlarım, bugün sizlerle, Amsterdamlı Mustafa Saygı’nın sekizinci mektubunu paylaşıyorum. Sayın Saygı, Türkistan yolculuğundaki gözlemlerini her zamanki içtenliğiyle aktarmaya devam ediyor. İlk mektubundaki heyecanı bu kez Semerkant’taki izlenimlerinde de hissediyoruz.
Başkanım, Registan Meydanı’ndan üç medresenin, turkuaz çinilerinin insanı hayrete düşüren görkemi eşliğinde ağır adımlarla ayrılıyorum. Program gereği yönüm Siab Pazarı ve Emir Timur’un eşi Bibi Hanım için yaptırdığı meşhur cami. Ancak sağ tarafıma baktığımda, modern Özbekistan’ın kurucusu İslam Kerimov’un heykeli beliriyor bir anda.
Bir ağacın gölgesinde durup etrafıma bakıyorum. Arkamda dev medreseler, karşımda modern devletin sembolü Kerimov’un heykeli, biraz ileride asırlardır aynı canlılığı koruyan halk pazarı. Birkaç kilometre içinde tarih, kudret ve hayat bir arada sanki.
Sessiz ve yemyeşil parkın içinden yürüyünce, sessizliğin yerini kalabalığın sesi alıyor. Bir anda kendimi baharatların keskin kokusu, taze ekmeklerin sıcak buharı, kurutulmuş meyvelerin renkleri arasında buluyorum. Satıcı kadınların neşeli sesleri, erkeklerin tok pazarlıkları birbirine karışıyor. Siab Pazarı, Emir Timur döneminden bugüne uzanan canlı bir hatıra, halkın yüzyıllardır değişmeyen gür sesi.
Pazarın hemen yanında, Bibi Hanım Camii tüm ihtişamıyla yükseliyor. Bu görkemli yapı sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda bir aşkın, bir kudretin ve bir estetik anlayışın sembolü. Mavi çinileri, dev kubbesi ve zarif hatlarıyla insanı büyülüyor. Yaklaştıkça, taşların arasından tarih sanki nefes alıyor. Rivayet edilir ki, bu mabet yalnızca taşla değil, tutkuyla da örülmüştür.
Başkanım, Semerkant’ta iki saat içinde üç ayrı zamanı görmek mümkün: Emir Timur’un ihtişamı, modern devletin izleri ve halkın gündelik yaşamı.
İşte bu tabloyu gördükten sonra, Türklerdeki derin Peygamber sevgisine değinmek istiyorum.
Bu sevginin en somut tezahürü, hiç şüphesiz Türkistan’da Hoca Ahmed Yesevi ile olmuştur. Bu sevgi Semerkant’ta da Kusem İbn Abbas’ın kabri etrafında şekillenmiştir. Emir Timur’un, Uluğ Bey’in ve Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin de ebedi istirahatgâhlarının bulunduğu Semerkant, aynı zamanda Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan Kusem İbn Abbas’a da ev sahipliği yapmaktadır.
Kusem İbn Abbas, Peygamberimizi defneden üç kişiden biridir. Rivayetlere göre, sima ve karakter bakımından da Hz. Peygamber’e en çok benzeyen sahabedir. Hz. Ali’nin yakın dostu, Hz. Hüseyin’in sütkardeşidir. Hilafet döneminde Mekke valiliği yapmış, Horasan fetihlerine ve Semerkant seferine katılmış, burada şehit olmuştur. Semerkant halkı ona Şah-ı Zinde, yani Yaşayan Sultan adını vermiştir.
Külliyeye adım attığınızda hemen hissediliyor o manevi hava. Gişeleri geçince sol tarafta kadın ve erkekler için ayrı ayrı mescitler bulunuyor. Sağlı sollu sıralanmış türbeler arasında yukarı doğru ilerlerken, her birinin içinde bir aile hikâyesi, bir dua, bir sadakat yatıyor. Bu mezarları ve sanat eserlerini geçtikten sonra, Kusem İbn Abbas’ın türbesine, çilehanesine ulaşıyorsunuz. Manevi bir havanın içine giriyorsunuz gayri ihtiyari. Mezarın başında Kur’an okunuyor, dualar yükseliyor. İnsanı derinden etkileyen, tarifsiz bir huzur hâkim bu mekâna.
Başkanım, Kusem İbn Abbas’ın Semerkant’taki kabri, Türklerin gönlündeki Peygamber sevgisinin taşlaşmış bir nişanesidir. Bu sevgi, sadece bir şahsın hatırasına değil, Peygamber ahlakının yeryüzündeki yansımasına duyulan saygıya dayanır. Onun türbesi, bir sahabenin mezarından çok daha fazlasıdır; Türk coğrafyasının Peygamber aşkının somut bir abidesidir.
Bu sevgi, yüzyıllardır isimlerde, şiirlerde, mimaride, hatta gönüllerde yaşamaya devam ediyor. Her yeni kuşak, bu manevi mirasın bir parçası olarak Peygamber sevgisini yeniden inşa ediyor.
Yarın, Emir Timur’un doğduğu Şehrisebz, yani “Yeşil Şehir”in güzelliklerini kaleme alacağım.
Veyis Güngör
Semerkant, 12 Ekim 2025